(Tilkinin Kaptığı Çarık Kimindir?
)

Kazancılı İbrahim TÜRKER, Yahyalar sülalesinden
merhum Hacı Yahya ile Hocalar
sülalesinden merhume Ayşe Hanımın
oğlu olarak, 12 Mayıs 1928 yılında
Kazancı Merkez Mahallede doğmuştur. Doğduğu ve çocukluk yıllarını geçirdiği dönem,
Ulu Önder Atatürk liderliğinde kurulmuş olan genç Cumhuriyetimizin ilk
yıllarıdır. Ülke çapında bir aydınlanma, çağdaşlaşma ve kalkınma seferberliği
başlatılmış olmasına rağmen, dünya çapında etkisini sürdüren 1930 yılı ekonomik krizinin de
dönemidir. Kazancı İlkokulu, efsane
öğretmen merhum Sami ÖZTAŞ hocanın insan üstü gayretleriyle çevresine
ışık saçmaya başlamıştır. İbrahim TÜRKER’in kendi kaleme aldığı özgeçmişinden
öğrendiğimize göre, henüz 5-6
yaşlarındayken, ailesi tarafından, dedesi olan merhum Abdurrahman Hoca’dan din
bilgilerini öğrenmesi istenmiştir. Her akşam, yemeğini yedikten sonra, Yukarı
mahalledeki dedesinin evine koşar, odanın ortasına tek başına diz çökmüş
vaziyette oturur, dedesinin yatsı namazından gelmesini beklermiş.
Dedesinin evinde din dersi
almakla başlayan bu ilk eğitimi 3-5 ay
sürdükten sonra söylenen her şeyi kolayca ezberlemekte olduğunu göstermiştir.
Bu duruma şaşıran dedesi, bir gün , babasına “ bu çocuk çok akıllı, her söyleneni hemen öğreniyor, onu ötesine bir okula göndermeye çalış “ şeklinde
önemli bir tavsiyede bulunur. Bu tavsiye üzerine yeni açılmakta olan meslek
okullardan birine gönderme konusu babasının aklına düşmüştür. Hatta, ilk okul
dönemlerinde, babasının, “ seni gedikli
okuluna göndereceğim” dediğini
hatırlamaktadır. 1930’lu yılların sonlarına gelindiğinde, açılan öğretmen
okulları, ziraat mektepleri ve askeri okullar gidilebilecek okullardı. Konya’da
Askeri Ortaokul, Kayseri’de Astsubay Okulu ve Ereğli İvriz’de Öğretmen Okulu
olduğu biliniyordu. Öğretmenleri Sami Bey’de okulunu bitiren öğrencilerden
birilerinin ileri okullara gittiğini görmek için gayret sarf ediyordu. Nihayet, 1941 yılına gelindiğinde,
ilkokulu bitiren çocuklardan Gözel Hüseyin oğlu Mehmet (Güzel), babasının
isteği ve öğretmeninin gayreti ile bir ilk olarak İvriz Öğretmen okuluna
gönderilmiştir. İbrahim Türker ve o dönem arkadaşları ilkokul son sınıfı
okurken önlerinde bu örnek vardır.
Kazancı İlkokulunu 1942
yılında bitirecek olan çocuklardan kimlerin ileri okullardan birine
gidebilecekleri tartışılmaya başlanır. Çocukların ailelerinin isteği, mali
durumu, cesareti, çocuğun zeka durumu ve imtihanlar sonunda yukarıdan kayıt
için emir gelmesi gibi aşamalar, kayıt için yollara düşmek, zahmet ve
masrafları göze almak gibi hususlar arka arkaya sıralanmış engeller zinciri
oluşturmaktadır. Benim, çocukluğumda, büyüklerimden öğrendiğime göre, o eğitim
yılı içinde, devlet tarafından görevlendirilen bir heyet tüm okulları dolaşmış,
son sınıfları derslerde denetlemiş ve zeki çocukları belirlemeye çalışmıştır.
Bu heyet, Kazancı ilkokulundaki incelemeler sonunda,, öğrenci İbrahim TÜRKER’i
kast ederek “ sınıfın köşesinde oturan,
kara ve ufak çocuğa dikkat edin, gözleri
ışık saçıyor “ demişlerdir.
Eğitim dönemi sona ermiş,
öğretmen yardımı ile yatılı okula
dilekçeler gönderilmiş, gelecek cevaplar beklenmektedir. Öğretmenleri Sami Bey,
yaz tatili olması nedeniyle Ermenek merkezdedir. Öğrencilerini üst okullara
gönderebilmek için resmi makamlarla irtibatını sürdürmektedir. Yıl içinde
sınıflarında en zeki öğrenciler olarak, kendisi ile birlikte Gazi Hasan Ali oğlu Sami TUNCA ve Polis
İbrahim oğlu merhum Dede UĞUZ seçilmiştir. Nihayet, bir güz günü
Ermenek’teki hocalarından gelen bir haber hayatlarının akışını değiştirecek bir
haber olur. Babalarıyla birlikte, evraklarını da alarak, acele şehre gelmeleri
istenmiştir. Atlar hazırlanır ve bir gurup olarak yola çıkılır. Delallar
bölgesinde Göksu çayından yürüyerek geçilir. Tabi ki, çocuklar atların üzerinde
binilidirler. Babaları, yalın ayak suda yürümekte, çocukların attan düşmemesi
için yan taraftan sıkıca onları tutmaktalar.
Yorucu bir yolculuktan sonra
şehre varan ekip, hana yerleşir. Öğretmen Sami Bey bulunur. Evraklar doldurulur
ve imzalanır, resmi makamlara teslim edilir. İvriz Öğretmen Okulundan (O
zamanlar ismi İvriz Köy Enstitüsü) haber geldiğinde, kesin kayıt yaptırmak ve
okula başlamak için İvriz yolculuğu yapacakları kendilerine bildirilir. Kazancılı
bu 3 öncü çocuk ve aileleri köylerine dönmüş, gelecek haberi beklemektedir.
Yeni eğitim dönemi başlamak üzeredir. Ailelerde, başka yatılı okullara da
dilekçe gönderseydik lafları edilmektedir.
Eğitim döneminin başlamasına
haftalar kala, 1942 yılı sonbaharında, yukarılardan gelen yazıda, Kazancılı
İbrahim, Dede ve Sami ismindeki çocukların velileriyle ve evraklarıyla birlikte
acele olarak İvriz okuluna gelmeleri emredilmiştir. Aileleri ve de çocukları
tatlı bir heyecan sarmıştır. Atlar, heybeler, eşyalar ve yiyecekler yine
hazırlanır ve gurup olarak yollara düşülür. Bu ekibe askerlik hizmeti için
giden Kazancılı merhum İbrahim TOKSOY’da katılmıştır.Ermenek hanında toplanan
ve tüm çevre köylerden gelen öğrenciler, askerler ve gurbete giden işçiler,
yolculuğa klavuzluk ve taşımacılık yapacak olan “ katırcıların” ortaya çıkmasını beklerler. Katırcılardan hiç biri bu
yolculuğa çıkma konusunda istekli olmaz. Bizim öğrencilerin zamanı
daralmaktadır.
Katırcının katılmadığı
yolculuğun bir gurup olarak başlatılması
kararlaştırılır. Yanlarındaki eşya, yiyecek ve diğer yükleri azaltılacak ve
hayvanları geri götürecek olan kişi ile Kazancıya gönderilecektir. Yolculuk
zahmetli ve uzun bir yolculuk olacaktır. Bu sırada, Hocamız Sami TUNCA’dan
aldığım bilgilere göre, kendi babası hayatta olmadığı için yanında amcası
vardır. Diğer iki arkadaşının babaları yanlarındadır. Nihayet, yükler
sırtlanır, çocukların ellerinden tutulur ve katırcısız olarak Yellibel-Tekeçatı
istikametine doğru yamaçlara tırmanılır. Yolculuğun hangi güzergahtan gideceği,
nerelerde konaklamak zorunda oldukları, havaların kötüleşmesi ve diğer
tehlikeler, hastalık ve de ölüm durumlarında nasıl hareket edileceği şehirdeyken
kendilerine tembihlenmiştir. Yine, Sami Hoca’nın anılarına göre, bir yolculuk
esnasında, boğaz köylerin birinden askere giden bir genç yolculukta aniden
ölmüş ve oracıkta defnedilmiş ve yolculuk devam etmiştir.
Yola çıkan guruba verilen
yol güzergahına göre, üç gece geçirildikten sonra ve 4. günün akşamı Karaman
Kervansaray hanına varılabilecektir. İlk günün akşamı ulaşmaları gereken
noktada bir büyük in vardır. Ekip geceyi bu inde geçirecek ve sabahla birlikte
sağlıkları yerindeyse yola devam edeceklerdir. Yanlarında taşıyabilecekleri
kadar bir kaç çamaşır ve hafif eşya mevcuttur. Yolculuğun belli safhalarında,
ayakları kabaran ve güçleri tükenen
çocuklar, velileri tarafından
“höbüc “ edilecektir. Katırcı,
ekipte olsaydı, para karşılığı, çocuklar, sırayla katıra binebileceklerdi.
Derelerden ve tepelerden
geçen dar ve kayalık yollardan ilerleyen yolcular yorulmaya başlamış, küçük
çocuklar elleriyle böğürlerini
(bellerini) tutmaktadırlar. Babalarını korkutan, çocuklardan birinin bir karın
ağrısı veya böbrek sancısı gibi dayanılmaz bir hastalığa tutulmaları konusudur.
Bir tepe aşılır, arkasında daha büyük bir dağ çıkar. Bu dağ aşılır, başka bir
geçilmez vadi gözükür. Bedenler
yorulmuş, ayaklar şişmiş, hafif olan yükler ağırlaşmış ve akıllar, konaklanacak
Ayı ininin artık gözükmesine kilitlenmiştir. Geceyi geçirecekleri Ayı inine gelindiğinde herkes bir tarafa savrulur.
Ayakkabı ve çarıklar çıkarılır, ayaklara sarılan bezler açılır ve taşlar
üzerine serilir. Yanlarında taşıdıkları yiyeceklerden biraz yenir ve vakit
geçirmeden yatma hazırlığı başlar.
Gece bu in içinde
geçirilecektir. Alt zemin taş ve üzeri keçi gübresiyle örtülü, üst tavan taş ve
kuşların yuvasıdır. Yanlarında ne yorgan ne döşek mevcuttur. Bazı hazırlıktan
sonra yat saati gelir. Babalar, bir birine sırtlarını vererek yatacak, çocuklarını da kucaklarına alacaklar, böylece, çocukları
üşümesi önlenecek ve bir birlerinin vücut ısılarından karşılıklı faydalanmaları ile gereksiz ısı
kaybına mani olunacaktır. Bu yatış sistemi, Kırkkuyu yaylasında, ilkbaharda
ekin ekerken, sayvantlarda yatış esnasında da uygulanan yöntemdir. Gecenin
karanlığı çökmüş, hava giderek soğumuş,
dışarıda vahşi hayvan ve gece kuşlarının naraları yankılanmakta, yorulan
bedenler bir bir uykuya dalmaktadır. Tan yeri ağarmadan önce, gözün gözü
görmediği bir sırada, uyuyanların ayak ucunda bir patırtı kopar. Çevreden
yaklaşan karnı aç bir tilki, ayak uçlarında duran ve taze deriden yapılmış bir
çarığı kapmış ve kaçmaya başlamıştır. Saldırıya uğradığını sanan herkes, rastgele
bağırmakta, bir birini cesaretlendirmek için “ davran, korkma, koş, vurun, yakalayın “ gibi kelimeler sarf etmektedirler.
( Gelecek Sayıda “ Kim Bu Kazancılılar ? “ diye bağıran
öğretmen … )
DERLEYEN : Araştırmacı Naci SÖZEN , Mart 2008
/ANKARA
Hiç yorum yok:
Yorum Kuralları
Yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret, küfür, aşağılayıcı, küçük düşürücü, pornografik,
ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici,
yorumların her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluğu yorumcuya aittir.
İsimsiz yazılan yorumlar bir saat içinde sistem tarafından otomatik olarak silinir.